28 Haziran 2020 Pazar

Serencamım-9 ; “Büyük İmtihan Başlıyor…”

Yaşadıklarımız karşısında, “Adam sen de !..” deyip boş vermek de vardı… Ama ben böyle bir şeyi nasıl yapabilirdim?!.. Artık ne zaman o meslektaşımı görsem hep bu hakaretleri dinleyip ağzını bile açamamış olmanın zilletini yaşamaz mıydım?... Bu gelgitlerle epey mücadele ettikten sonra devrelerime;

“Yok arkadaş!.. Ben dayanamayacağım!.. En azından gidip usulünce rahatsızlığımı dile getireceğim… Belki, telafi eder… kim bilir belki, -Konu başka kardeşim… Sen yanlış anlamışsın deyip- geri adım atar… Söylemezsem patlayacağım…” dedim.

Yanlışa, yine yanlış bir yöntemle mukabele etmeyi tercih ederek hayatımın geri kalan kısmını tümden sarsacak bir depremin ilk fay kırılmasını tetiklemek üzereydim…

Bunu tepki göstermemeliydim manasında söylemiyorum. Onca hakaret, küfür ve hezeyanlar karşısında susmak tabii ki zillet demekti. Ama gösterilecek tepkinin mutlaka başka bir yöntemi olabilirdi.

Devrelerimin “Şimdi gitme… Başka bir zaman hep birlikte konuşuruz…” uyarılarına aldırmadan, her zamanki heyecan ve tez canlılığımla bir solukta kendimi kaldığı odanın kapısında bulmuştum...

Kapıyı çalıp içeri girdim… Odadaki masaya oturmuş sanki beni bekliyordu… Ne var ne istiyorsun manasında bir bakış attı. Karşısına dikildim ve ciddi, kararlı bir üslupla “Abi!.. Biraz önce aşağıda, benim ve ailemin de dahil olduğu toplumun belli bir kesimini doğrudan hedef alan bir dünya küfür ve hakarette bulundun. Üstelik bizim de yaşam tarzımızı, fikrimizi bildiğin halde… Rütbesi ve makamı ne olursa olsun kimsenin böyle bir şeye hakkı yok!..” özünde bir şeyler söyledim.

Bekledim ki, “öyle… ya da öyle değil şöyle…” desin -ki konuşalım ve tatlıya bağlayalım- Fakat öyle olmadı… Sanki önceden kurgulanmış bir oyun gibi ayağa kalktı ve yine sert bir üslupla üzerime yürüyerek külhanbeyi üslubuyla “sana hesap mı vereceğim hemşerim!..” dedikten sonra adeta aşağıdaki filmi başa sararak bir kez daha izletti… Yetmedi sözde bana haddimi bildirmeye de cüret etti… Tabi buna müsaade edemezdim... Etmedim de...

Ve istenmeyen o trajik son…

O gün orada yaşanan o talihsiz olaydan sonra, bin bir umut ve idealle başladığım muvazzaflığımın daha ilk yılında, soruşturmalar, alınan savunmalar, hakkımda düzenlenen mahkeme dosyaları ve “sakıncalı” ibareli siciller, oda hapisleri, tecritler adeta üzerime sel gibi akın etmeye başlamıştı…

Olay bir disiplin suçu olmaktan çıkarılmış, sanki siyasi bir hüviyete evrilmişti. Olayın şahitleri ve gelişme şekli beni haklı kılsa da yanlış zamanda, yanlış yerdeydim ve yanlış bir tercihte bulunmuştum.

Tekrar itiraf etmeliyim ki, bu günkü aklım olsa belki çok daha farklı ve yapıcı bir yöntem bulabilirdim. En azından yüzde yüz haklıyken kendi kendimi haksız duruma düşürecek fevri bir hareket yapmazdım.

Yine de yaşanmış yaşanmıştır ve eğer ibret alınmışsa ve öldürmemişse insanı olgunlaştıran bir imtihan olarak tecrübe hanemize yazılacaktır. Nitekim öyle de oldu…

Bu depremin artçı sarsıntıları ve etkisi askerlik hayatımın geri kalan kısmını derinden etkileyecekti. Ama önce ilk iki yılını konsantre yoğunlukta bir büyük imtihanla geçirmeme neden olmuştu.

Hani demiri harlı körükte kızdırıp, örste döverler ardından suyunu verip çeliklerler ya!.. İşte bu öyle bir imtihandı ve devam ediyordu…

Ramazan’ın kalan yirmi gününü oda hapsinde geçirecektim... Ama sıradan bir oda hapsi değil... Her şey sanki önceden planlanmıştı... Yılanın (!) başı küçükken ezilmeliydi...

Daha bu başlangıçtı...

Devam edecek>>>>>>>

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder