30 Haziran 2020 Salı

Serencamım-14 ; ” Nitelikli Fişleme!..”

90’ lı yıllar aklıma geldiğinde hep garip bir his kaplar içimi…

Ve Üstâd Necip Fazıl’ın ; 
Yeryüzü boşaldı, habersiz miyiz?
Güneşe göç var da, kalan biz miyiz? mısraları çınlar kulaklarımda…

Evet, 90’lı yıllar tel örgüler ardında; kışlalarda, karargâhlarda inancını yaşamaya çalışan askerler için yalnızlık hissinin tavan yaptığı yıllardı…

Ve o yıllar tel örgünün sınırlarının tüm ülkeyi içine almaya başladığı yıllar olarak tarihe geçecekti…

Çok şükür en azından şimdilik benim kışlamda sistematik bir baskı yoktu. Ancak sık sık yukarıdan(!) gelen “Gizli” ve “Kişiye Özel” emirler ağzımızın tadını kaçırmaya, huzur ve ahengimizi bozmaya yetiyordu…

O yıllarda yine yukarıdan(!) gelen bir emirle, her personel için ‘nitelik belgesi’ denen matbuu bir belge tanzim edilmeye başlanmıştı. Aslında bir tür fişlemeydi bu…

”Nitelikli Fişleme!..”

Sadece personeli değil, tüm aile fertlerini de kapsayan bir fişleme… Her personelden kendi ve ailesinin en son çekilmiş resimleri özellikle isteniyordu… Herhalde bu gün olsa her lojman girişine koydukları kameralarla bu kez “Nitelikli İzleme…” yaparlardı. Nitekim o günlerde bazı işgüzarların dürbünle lojman girişlerini izledikleri, giren çıkanı takip ettikleri bir sır değildi…

Bu günkü şartlarda havsalaların alamayacağı kadar ilginç gelişmelerdi bunlar… Tugayımızın yarısı Güneydoğu’da terörle mücadelede görev yaparken; arkadaşlarımızın kâh şehit, kâh yaralı haberleri geliyorken ve en önemlisi kışladaki kalan yarımız görev sıramızı bekliyorken, birileri “terörden daha tehlikeli” olarak nitelendirdiği ve “irtica” olarak yaftaladığı bir kesimi fişlemekle meşgûldü…

Emir komuta zinciri içerisinde ahenkle çalışan birçok üst ve amirimiz bu durumdan ciddi derecede müşteki idi… Yukarıyı(!) kastederek kendi aralarında sık sık “Biz ne işlerle uğraşıyoruz, bunlar neyin peşinde!?” benzeri serzenişlere şâhid oluyorduk.

Farklı kışlalardan tam tersi durumlara dair duyumlar da almıyor değildik. İşi gücü bırakıp personelinin peşine adam takan, önüne geleni fişleyen Komutanlar da vardı. Ama benim kışlam gerçekten bu konuda bir istisnaydı…

Nitekim söz konusu için istenen, eşime ve kendime ait resimleri karargâhın ilgili şubesine teslim ettikten sonra şube müdürü binbaşı beni yanına çağırmış ve “Hakan assubayım, lütfen yanlış anlama… Seni tanıyor ve biliyoruz… Ancak ben yenge hanımın bu başörtülü resmini nitelik belgesine yapıştırıp gönderirsem, altına ne yazarsak yazalım senin için Yüksek Askeri Şurâ’ya dosya hazırlamamızı istemeleri muhtemeldir… İstersen varsa yengenin baş açık bir resmi, onu ver… Gönderelim gitsin…” uyarı ve tavsiyesinde bulunmuştu.

Bu uyarı ve tavsiyenin o şube müdüründen çok Tugay Komutanının inisiyatifinde yapıldığından hiç şüphem yoktu. Ama böyle bir ikiyüzlülüğü yapamazdık, yapmadık… Bedeli ne olursa olsun, olduğumuzdan farklı görünmek inanç ve yaşayışımıza aykırıydı…

Bu taviz bir resim ile de olsa verilemezdi. Gizleyecek, utanılacak ve korkulacak bir şeyimiz yoktu… Bu düşüncelerle binbaşıya farklı bir resim vermek istemediğimizi bildirdim.

Bu kez, “Hiç olmazsa geleneksel bir eşarp gibi bağlayıp resim çektirin onu gönderelim” tavsiyesi ile dönüş yapıldı…

Bu da olduğumuzdan farklı görünmek, sanki bir şeyleri gizlemeye çalışmak gibiydi.

“Neysek oyuz…” dedik ve geri adım atmadık…

Kendini mes’ûl hissedip üzülmesini istemediğimden bu olanlardan eşime hiç bahsetmemiştim. Zaten askerî lojman mahallinde, askerî kantin gibi yerlerde yeterince psikolojik tacize uğramaktan mustaripti… Ben çıkalım demesem ve zorlamasam, evden bile çıkmak istemiyordu…

O nitelik belgeleri o şekliyle dolduruldu ve gitti.

Belgenin nitelikleri ifade eden kısımları ise başlı başına ilginçliklerle doluydu…

Devam Edecek>>>>>>>

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder