23 Haziran 2020 Salı

Serencamım-4 ; “Çok Şükür ALLAH’ım...Çok Şükür...”

Nihayet Askerî Okul sınavlarının tüm aşamalarını geçmiş, en son aşama olan sağlık raporunu da “Asker’i Öğrenci Olabilir” kaydıyla almış ve yirmi beş gün sonra kesin kayıt için yine baba-oğul Çankırı’nın yolunu tutmuştuk.

Bu kez kesin kayıt için Okulumun nizamiyesinde yani giriş kapısındaydık...

Bu kapı benim için sadece Askerî Okulun nizamiyesi değil, artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı yeni bir yaşama açılan sembolik bir geçitti...

Babam belki de bundan sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağının farkındaydı. Oğlunu daha buluğa ermeden orduya teslim etmek, O’nun için kolay alışılabilecek bir şey değildi. Ondan olsa gerek hala beni ikna etmeye, geri döndürmeye çalışıyordu. “Bak oğlum, halen geç sayılmaz, istersen hemen buradan geldiğimiz gibi geri dönebiliriz.” diyerek kararlılığımı test etmeye çalışıyordu. Fakat başaramadı...

Benim içinse yıllardır hayalini kurduğum tarihi an gelmişti.

Tabiri caizse, âşık, mâşukuna kavuşmuştu.

Nizamiyeden giriş yaptıktan sonra, bir asker kışlaya ilk adım attığında ne aşamalardan geçtiyse tek tek o aşamalardan geçmiştik. Görevli bir asker nezaretinde gruplar halinde önce tıraş, ardından levazım deposu önünde resmi elbiseleri alma kuyruğu, sonra doğru hamama... Levazım deposunun o kendine has tekstil kokusu hala hafızamda...

Hamamdan sonra heyecanla üzerime giydiğim birkaç beden büyük üniforma ve birkaç numara büyük botla biraz komik görünsem de hiç kafama takmamış, üzerimi giyer giymez sabırsızlıkla bahçede bekleyen babamın yanına koşmuştum.

Bu, babamla asker olarak ilk karşılaşmamızdı... Ve hayatımda ilk kez babamın hıçkırıklar içinde ağladığına şahit olmuştum... Üzüntü ve şaşkınlık içinde bir an ne yapacağımı şaşırmış bir şekilde “baba, sen artık gidebilirsin...Beni hiç merak etme, ben iyiyim...” diyebilmiştim. Bu sahne birkaç kez tekrar etmişti... Babam bir türlü bırakıp gidemiyordu... “Tamam oğlum gidiyorum” diyor, birazdan dışarı çıkıp baktığımda içtima (toplanma) alanının kenarındaki ağaçların altında gözü yaşlı beklerken buluyordum.

Yıllar sonra öğrendim ki, okuldaki görevliler üzerimden çıkan sivil namına ne varsa, çorabımdan iç kıyafetlerime kadar hepsini bir kutuya koyup babama teslim ederken “Bundan sonra oğlunun tüm ihtiyaçları Devlet tarafından karşılanacak, bu eşyaları geri götürebilirsin” demişler.

Bu olay babamın çok zoruna gitmiş... O yüzden saatlerce orayı terk edememiş. Asıl trajedi ise Antalya’ ya, evimize döndüğünde yaşanmış... Annem, ailecek o kutunun etrafında toplaşıp içinden çıkan her parça giysiye adeta ağıtlar yakarak ağlaşmışlar...

İşin trajik yanı bir yana, ben hedefine ulaşmış olmanın derin huzur ve mutluluğunu yaşıyordum. Askerî okulda ilk öğlen yemeği vaktiydi... Anadolu’nun dört bir yanından asker olmak için gelmiş, yeni arkadaşlarımla topluca hep bir ağızdan muazzam bir ahenkle ilk yemek duamızı ediyorduk.

Yaklaşık beş yüz kişi aynı anda;

"ALLAH’ımıza Hamd Olsun!..“  

“Milletimiz Var Olsun!..” diyor;

Bense, Allah’a bana bu günleri gösterdiği, asker olma idealime beni kavuşturduğu için sevinç gözyaşları içinde tüm kalbimle şükürler ediyordum... Çok şükür ALLAH’ım, çok şükür...

Devam edecek>>>>>>>

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder