Nihayet Askerî Okul sınavlarının tüm aşamalarını geçmiş, en son aşama olan sağlık raporunu da “Asker’i Öğrenci Olabilir” kaydıyla almış ve yirmi beş gün sonra kesin kayıt için yine baba-oğul Çankırı’nın yolunu tutmuştuk.
Bu kez
kesin kayıt için Okulumun nizamiyesinde yani giriş kapısındaydık...
Bu kapı
benim için sadece Askerî Okulun nizamiyesi değil, artık hiçbir şeyin eskisi
gibi olmayacağı yeni bir yaşama açılan sembolik bir geçitti...
Babam belki
de bundan sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağının farkındaydı. Oğlunu daha
buluğa ermeden orduya teslim etmek, O’nun için kolay alışılabilecek bir şey
değildi. Ondan olsa gerek hala beni ikna etmeye, geri döndürmeye çalışıyordu.
“Bak oğlum, halen geç sayılmaz, istersen hemen buradan geldiğimiz gibi geri
dönebiliriz.” diyerek kararlılığımı test etmeye çalışıyordu. Fakat başaramadı...
Benim
içinse yıllardır hayalini kurduğum tarihi an gelmişti.
Tabiri
caizse, âşık, mâşukuna kavuşmuştu.
Nizamiyeden
giriş yaptıktan sonra, bir asker kışlaya ilk adım attığında ne aşamalardan
geçtiyse tek tek o aşamalardan geçmiştik. Görevli bir asker nezaretinde gruplar
halinde önce tıraş, ardından levazım deposu önünde resmi elbiseleri alma
kuyruğu, sonra doğru hamama... Levazım deposunun o kendine has tekstil kokusu
hala hafızamda...
Hamamdan
sonra heyecanla üzerime giydiğim birkaç beden büyük üniforma ve birkaç numara
büyük botla biraz komik görünsem de hiç kafama takmamış, üzerimi giyer giymez
sabırsızlıkla bahçede bekleyen babamın yanına koşmuştum.
Bu,
babamla asker olarak ilk karşılaşmamızdı... Ve hayatımda ilk kez babamın
hıçkırıklar içinde ağladığına şahit olmuştum... Üzüntü ve şaşkınlık içinde bir
an ne yapacağımı şaşırmış bir şekilde “baba, sen artık gidebilirsin...Beni hiç
merak etme, ben iyiyim...” diyebilmiştim. Bu sahne birkaç kez tekrar etmişti...
Babam bir türlü bırakıp gidemiyordu... “Tamam oğlum gidiyorum” diyor, birazdan
dışarı çıkıp baktığımda içtima (toplanma) alanının kenarındaki ağaçların
altında gözü yaşlı beklerken buluyordum.
Yıllar
sonra öğrendim ki, okuldaki görevliler üzerimden çıkan sivil namına ne varsa,
çorabımdan iç kıyafetlerime kadar hepsini bir kutuya koyup babama teslim ederken
“Bundan sonra oğlunun tüm ihtiyaçları Devlet tarafından karşılanacak, bu
eşyaları geri götürebilirsin” demişler.
Bu olay
babamın çok zoruna gitmiş... O yüzden saatlerce orayı terk edememiş. Asıl
trajedi ise Antalya’ ya, evimize döndüğünde yaşanmış... Annem, ailecek o
kutunun etrafında toplaşıp içinden çıkan her parça giysiye adeta ağıtlar
yakarak ağlaşmışlar...
İşin
trajik yanı bir yana, ben hedefine ulaşmış olmanın derin huzur ve mutluluğunu
yaşıyordum. Askerî okulda ilk öğlen yemeği vaktiydi... Anadolu’nun dört bir
yanından asker olmak için gelmiş, yeni arkadaşlarımla topluca hep bir ağızdan
muazzam bir ahenkle ilk yemek duamızı ediyorduk.
Yaklaşık
beş yüz kişi aynı anda;
"ALLAH’ımıza
Hamd Olsun!..“
“Milletimiz
Var Olsun!..” diyor;
Bense, Allah’a
bana bu günleri gösterdiği, asker olma idealime beni kavuşturduğu için sevinç
gözyaşları içinde tüm kalbimle şükürler ediyordum... Çok şükür ALLAH’ım, çok
şükür...
Devam
edecek>>>>>>>
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder