Hayatımda ilk kez koştuğum dört yüz metrelik o toprak parkurda, bitiş çizgisine ulaşmaktan çok, hayallerime ulaşmak için koştuğumu hatırlıyorum.
Yorgunluktan perişan bir halde bitiş çizgisine sonuncu olarak ulaştığımda sürenin henüz doksan saniyeyi aşmamış olduğunu öğrenmiş ve tam rahatlamıştım ki, sert bir sesle irkildim…
“Sen elendin !.. Ayrıl !..”
O an başımdan aşağı kaynar sular dökülmüş, neye uğradığımı şaşırmıştım...
Çok sonra, okulumuzun yüzbaşı rütbesinde beden eğitimi öğretmeni olduğunu öğrendiğim uzun ve atletik yapılı, sert görünümlü adamın bana seslendikten sonra arkasını dönüp gittiğini gördüm.
Sınav öncesi sıra beklerken iki çocuğun konuşmalarına kulak misafiri olmuştum. Biri diğerine “burada herkese komutanım diyeceksin” diyordu.
Can havliyle uzun boylu adamın arkasından koşarak nefes nefese önünü kestim… Olağan üstü bir cesaret ve öz güvenle “Komutanım!.. Beni eleyemezsiniz, koşuyu tamamladım?!..” diye çıkıştım.
Durdu… Sanki yüksek bir tepeden bana bakıyordu… Tepeden tırnağa beni süzdü…
Karşısındakan ter içinde, eşofmanı olmadığı için altında şorta benzer bir don, üstüçıplak, ayağında iğreti lastik bir ayakkabı ile dikilmiş kara kuru ama kendinden eminve kararlı bir çocuk duruyordu…
Kendinden emin ve sert bir edayla, “Doksan saniyelik koşuyu zor bitirdin!..” Diye cevap verdi.
Anlaşılan cılız yapımı ve koşarken ki perişan halimi görünce asker olamayacağıma karar vermişti.
Nefes nefese; “Komutanım hayatımda ilk defa koştum. Çalışırsam daha iyi de koşarım. Beni bunun için eleyemezsiniz, Başka bir şey daha gösterin onu yapayım... Mekik çekeyim meselâ… “ dediğimi hatırlıyorum.
O an uzun boylu adamın sert yüzü biraz yumuşamıştı.
“Nerelisin sen ? “ diye sordu.
“Antalyalıyım Komutanım.”
Hayret dolu bir yüz ifadesiyle;
“Antalya’yı bırakıp buralara asker olmaya geldin öyle mi?..”
“Evet Komutanım… Ben asker olacağım… Beni elemeyin... Başka bir şey gösterin onu yapayım…”
“Baban ne iş yapıyor aslanım?”
“MKE Pil Fabrikasında işçi Komutanım…”
“Başka kardeşin var mı?”
“Dört kardeşiz Komutanım. En büyükleri benim…”
“Annen ?”
“Annem evde örgü makinesiyle örgü örer, örgücülük yapar Komutanım…”
Bu kısa diyalog uzun boylu adamı iyice yumuşatmış gibi görünüyordu…
Babacan, yarı tebessüm dolu bir surat ifadesiyle, “Peki o zaman çek şurada yirmi beş mekik görelim…” dedi…
O gün orada yirmi beş değil, yüz yirmi beş mekik çekmemi isteseydi, hiç itiraz etmeden canımı dişime takar yüz yirmi beş mekiği de çekebilirdim.
Nitekim, mıcır taşlarla dolu o toprak zeminde, çıplak ve ince vücudumla sırtıma batan taşların acısına aldırmadan bir çırpıda o yirmi beş mekiği çekivermiştim.
O gün orada ALLAH o uzun boylu adamın kalbine insaf ve merhamet, bana da mucizevi bir cesaret ve güç vermişti.
Aynı günün akşamı babam, ince mıcır tanelerinden delik deşik olmuş sırtımı görünce ne diyeceğini bilememiş, sadece boğuk bir sesle “oğlum bunlar ne?!..” diyebilmiş ve susmuştu.
Konuşsaydı belki ağlayacaktı…
Benimse sırtıma batan o taşlar hiç umurumda değildi…
Artık asker olmama ve hayallerime kavuşmama ramak kalmıştı…
Devam edecek>>>>>>>
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder