21 Haziran 2020 Pazar

Serencamım-2 ; “Kader Ânı… Baba-Oğul Çankırı Yolcusu…”

1983 Haziran ayı… Mübarek Ramazan günleriydi.
Çankırı Astsubay Hazırlama Okulu yazılı seçme sınavında asil listeye girmeyi başarmış, nihayet fiziki yeterlilik ve kontrol sınavı için baba-oğul okulumun bulunduğu Çankırı’ya gelmiştik.

Hayatımda ilk defa babamla baş başa şehirlerarası bir yolculuk yapmış, yol boyunca o güne değin hiç olmadığı kadar sohbetler etme, birlikte vakit geçirme fırsatı bulmuştuk. O hiçbir zaman asker olmamı istememişti ve bu yüzden yol boyunca bulduğu her fırsatta beni vazgeçirmek için diller döküyordu…

Ama nafile… Kader ânı gelmişti.

O yıllarda küçük bir Anadolu kasabası görünümünde şirin bir Şehir olan Çankırı, sınav için Anadolu’nun dört bir yanından gelmiş binlerce öğrenci adayı ile dolup taşmıştı. Farklı memleketlerden o kadar çeşitli insanı ilk defa bir arada görüyordum. Şehir kalabalıktan kaynaklı inanılmaz bir keşmekeş içindeydi. Kalacak yer kalmamıştı, Ramazan ayı nedeniyle tüm lokanta ve pastaneler de kapalıydı.
Babam “Burası çok dindar bir memleket, bizim orası gibi değil…” diyordu. Doğrusu çok şaşırmıştım. Gerçekten açık bir tek yiyecek mekânı yoktu.
Ama benim hiç umurumda değildi. Benim aklım fikrim yarın gireceğim fiziki yeterlilik sınavındaydı…

O gün şehirde kalacak bir yer bulamamıştık. Babam zor zahmet, yalvar yakar Yüksek Okul’ un öğrenci yurdunda bir kişilik yer ayarlamış, o gece beni oraya yatırmış kendisi de yurdun bahçesinde sabahlamıştı.

Sınav günü sabahı günün ilk ışığıyla heyecanla uyanıp, yurdun kapısında bekleyen babamın nereden bulup getirdiğini bilmediğim birkaç şeftaliyi ekmeğe katık ederek, yarı aç yarı tok karnımı doyurup okulumun yolunu tuttuğumuz o anlar dün gibi hafızamda…

Şehrin tek caddesinden tren istasyonuna doğru gittikçe kalabalıklaşan bir insan seli…
Mahşerî bir kalabalık…
Babamla okuluma doğru yürürken ağzımızı bıçak açmıyor.
İkimiz de bir birine zıt kaygılar taşıyoruz…
Muhtemelen O ; “ya başarırsa…” diye kaygılanırken, ben; “ya başaramazsam” kaygısındaydım.

Sabahın erken saatlerinde başlayan okul nizamiyesi önündeki bekleyişimiz öğlen vaktine kadar sürmüştü. Nihayet bize sıra gelmişti. Öğrenci adayları gruplar halinde içeri alınıyor, sınavın yapılacağı alana toplu halde götürülüyorlardı.

Sınavın ilk aşaması fiziki yeterlilikti ve yanlış hatırlamıyorsam 400 metreyi 90 saniyenin altında bir sürede koşmamız isteniyordu. Bu benim o güne kadar hiç yaşamadığım bir deneyimdi ve bu kadar uzun(!) bir mesafeyi tek seferde hiç koşmamıştım.

Birlikte koşacağımız diğer adayların bulunduğu grupla başlangıç çizgisine geldiğimizde heyecandan daha koşmaya başlamadan yorulmuştum sanki…

Başlangıç düdüğü çaldıktan sonra kaç saniye geçti bilmiyorum… Ama zamanın göreceliliğini orada yaşayarak öğrendim diyebilirim. Zira ben koştukça adeta zaman yavaşlıyor, parkur uzuyordu… Diğer adaylar bir bir beni geçerken, benim gözümün önünden de asker olma hayallerim geçiyor, içimden “tamamlayacağım!.. Bitecek!.. Başaracağım!..” diye haykırıyordum ama daralan nefesim, göğsümden çıkacakmış gibi çarpan kalbim takatimi zorlarken, kalbimin sanki kafamın içinde çarptığını hissedercesine kulaklarım çınlıyordu…

O an herhalde benim için hayat buraya kadar dedim. Öyle ki, artık ölmek üzere olduğum hissine kapılmıştım.
400 metre koşu kaç saniye ya da dakika sürdü hatırlamıyorum. Ama benim için tam bir hezimetti. O günkü sınavın daha ilk aşamasında, tabir yerindeyse çuvallamıştım…
Ya sonra…

Devam edecek>>>>>>>

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder