30 Haziran 2020 Salı

Serencamım-17 ; ” İstikamet, Sine-i Millet…”

Yıl 1998…

Çekilen onca sıkıntıya rağmen 1998, bizim için umut dolu bir yıl olarak başlamıştı…

Eşimin ikizlerimize hamile olduğunu öğrendiğimiz, yeniden tayin beklediğimiz bir yıl olarak hafızalarımızda yerini almış umut dolu bir yıldı başlangıçta…

Biz bir yandan ikizlerimize vereceğimiz isimlere karar vermeye çalışıyor, diğer yandan da nüfuslarının kaydedileceği yerin –yani tayin yerimizin- neresi olacağını hayal ediyorduk…

Geleceğe dair umutlarla dolu bu tatlı telaş ve bekleyişin 16 Haziran 1998 ‘ de toplanacak OLAĞANÜSTÜ YÜKSEK ASKERİ ŞÛRA (YAŞ) ile inkıtâa uğrayacağından henüz haberimiz yoktu…

“İlginç Zamanlar” ‘da askerî şûralar da ilginçti…

Yukarıdan birileri, sözde irtica yaftasıyla ordudan ihraç etmek istedikleri rütbeli personel için Ağustos ve Aralık aylarında olmak üzere, yılda iki kez toplanan olağan askerî şûraların yeterli olmadığını düşünmüş olmalılar ki, ara dönemlerde “Olağanüstü” olarak topladıkları askerî şûra kararlarıyla da yüzlerle ifade edilen sayılarda subay ve astsubayı ordudan ihraç etmeye devam ediyorlardı...

Anlaşılan İhraç potasına girmiş askerlerin fazladan birkaç ay daha orduda kalmalarına birilerinin hiç tahammülü yoktu. Hatta Onlardan birinin, o dönemlerde “Sizden herhangi bir delil ispat istemiyorum…Emareler belli…Emarelerini gördüğünüz kimsenin gözünün yaşına bakmayacaksınız!...” mealinde emirler verdiği çok sonraları kamuoyuna yansıyacaktı…
Haziran ayı başında tayinlerimiz belli olmuştu. Tayinim Kayseri’ ye çıkmıştı. Apar topar yıllık iznimden alarak tayin olduğum şehri ve birliği görmek için Kayseri’ye gitmiş, görev yapacağım birlik komutanım başta olmak üzere müstakbel mesai arkadaşlarımla tanışmış, şehri keşfetmiş, kalacağım evi, bir yıllık peşin kira ve depozitini de ödeyerek tutmuş, müstakbel komşularımla bile tanışmıştım. Kayseri, doğacak ikizlerimiz ve bizim için tek kelime ile harika bir şehirdi.

İstanbul’a geri döner dönmez eşyalarımı toparlamış, benimle aynı dönemde Şark’a tayin olan bir meslektaşımla ortak bir kamyon bile tutmayı planlamıştık.

Biz yeni tayinin heyecan ve umuduyla telaş içinde oraya buraya koştururken, aynı günlerde yine bir olağanüstü şûra gündeme gelivermişti… O güne kadar yaşadıklarımız gözümüzün önüne geldikçe “acaba bu sefer sıra bize mi gelecek…” demeden kendimizi alamıyorduk.

Nitekim takvimler 16 Haziran 1998’i gösteriyordu ve yine bir olağanüstü şûra ile karşı karşıyaydık…Çevreme belli etmemeye çalışsam da ister istemez endişeleniyor ama kendi kendime, “beni ihraç edecek olsalar herhalde Anadolu’ya tayin etmezlerdi.” Diyerek kendimi teskîn ediyordum…

17 Haziran Çarşamba sabahı her gün olduğu gibi lojmanlardan servise binmiş, her zamanki gibi rütbelilerin günlük futbol lakırdılarıyla birbirlerine takılmalarını dinleyerek kışlaya gelmiştik.

Her gün Karargâh ‘daki odama gidene kadar en az birkaç arkadaşı görür selamlaşırken, sanki o gün binada tuhaf bir sessizlik ve terkedilmişlik görüntüsü vardı… Odamdan çıkıp koridora baktığımda kimseleri görememiştim…

Karargâh girişindeki her tarafı camlı Nöbetçi Subay Odasında da kimsecikler yoktu… Normalde her sabah, biri dünkü diğeri bugünkü nöbetçi subay olmak üzere en az iki rütbeliyi vukuat defterini doldururken görür, selamlaşarak sohbetlerine dâhil olurdum…

Kesin bir anormallik vardı…

Tam o esnada koridorun gerisinden, elinde bir evrakla devre arkadaşım Ramazan’ın yaklaşmakta olduğunu görmüştüm… Yüzünden düşen bin parça, hattâ gözleri kan çanağıydı.

İşte o an, önce ince bir kulak çınlaması, ardından bütün bedenimi saran inanılmaz bir sükûnet ve biraz istihzâi bir tebessümle “devrem, bu geliş pek hayra alâmet değil, yoksa hakkımdaki fermanı mı tebliğ edeceksin…” dediğimi hatırlıyorum...

Evet…Yukarıdakiler(!) fermanımı nihayet yazmışlardı…

Meğer haber bir önceki gece gelmiş, ben hariç neredeyse herkes duymuştu… Daha birkaç gün önce bana takdir ve teşekkür plaketi vererek tayinimi tebrik eden Tugay Komutanım, gelen yazıyı paraflayıp ilgili şubeye havale ettikten sonra âdeta kahredip makam aracına binmiş ve kimseye bir şey demeden kışladan uzaklaşmıştı. Tugay Komutanımın o günkü hissiyatını sine-i millete döndükten yıllar sonra bizzat kendinden öğrenecektim…

Mesainin ilk dakikalarındaki o sessizlik ise, gelen yazıyı bana tebliğ etmeye talip hiç kimsenin bulunamayışındanmış…Meğer, bana en yakın olan devre arkadaşlarımdan Ramazan’ı re’sen ikna edip bu tarihî görevi O’na vermişler.

İşte devrem Ramazan’la koridorda buluştuğum o an, karargâhtaki tüm sessizliğin bozulduğu andı… Herkes sanki bir anda saklandığı odalardan fırlayıp çıkmış etrafımı sarmıştı. Karargâhı âdeta bir uğultu kaplamıştı.

Bilemiyorum, belki de ben bir şok yaşıyor ve öyle hissediyordum... Ama etrafımın bir anda kalabalıklaştığından emindim...

Başta yıllardır birlikte çalıştığım Şube Müdürüm Binbaşı, mesainin her dakikasını neredeyse birlikte geçirdiğim devre arkadaşlarım, teşriki mesaide bulunduğumuz her rütbeden subay ve astsubay istisnasız hepsi de üzgün, kimi nemli gözlerle gelişmelere kahreder bir halde bana teselli vermeye çalışırken, bir yandan da “Bu kadar da olmaz !..….” Cümlesiyle başlayan yakınmalar kulağıma geliyordu…

Bir ara kendime gelip tebliğ edilen mesaj emrine baktığımda şu paragraf gözüme çarpmıştı;

“BİRLİĞİNİZDE GÖREVLİ ORD. KD. ÜÇVŞ. HAKAN ŞİMŞEK (1987-40)’ IN TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİNDEN DİSİPLİNSİZLİK NEDENİYLE RE’SEN AYIRMA İŞLEMİNİN YAPILMASINA YÜKSEK ASKERİ ŞÛRA TARAFINDAN 16 HAZİRAN 1998 TARİHİNDE KARAR VERİLDİĞİ…….……” diye devam eden uzunca bir mesaj emriydi ve teleks üzerinden “İVEDİ-GİZLİ -KİŞİYE ÖZEL” kaydıyla gönderilmişti…

“Disiplinsizlik nedeniyle…” Yazıyordu… Ne kadar tuhaftı…Meslek hayatımın ilk iki yılı yaşadığım o talihsizlikler hariç, her yıl onlarca taktir almıştım. Komutan ve amirlerimce defalarca taltif edilmiştim. Ve ihraç edilme nedenim “DİSİPLİNSİZLİK” olarak yazılmıştı.

Ben halen üzerimdeki o ilginç sükûnetin tesiriyle çok fazla bir şey hissetmiyordum… Beni teselliye uğraşan meslektaşlarımdan daha sakindim. İskender PALA’ nın ifadesi ile bu olay âdeta kurşun yarası gibiydi. İlk anda bir şey hissetmek mümkün değildi…O günkü yaranın acısını ancak yıllar geçtikçe anlayacaktım.

Öyle de olmuştu… Her geçen yıl yüreğimin derinliklerinde artarak devam eden bir sızıydı benim için…Kimseyle paylaşamayacağım ve kimsenin anlayamayacağı kadar özel bir sızı.

Hâsılı kurşun yarası gibiydi. İlk anda hissedilmesi mümkün değildi.
Gelen emirde, yıllarca gururla taşıdığım kimlik ve silahımı da derhal teslim etmem isteniyordu…

Namus bildiğim ve biran olsun yanımdan ayırmadığım, her  akşam silip parlatıp yastığımın altına koyduğum ve öylece uyuduğum silahımı da teslim edecektim…

Tıpkı Ahmet ARİF’in dizelerindeki gibi;

"Yangınlar,

Kahpe fakları,

Korku çığlıkları,

Ve irin selleri, aç yırtıcılar,

Suyu zehir bıçaklar ortasındasın.

Bir cana, bir başa kalmışsın vay vay!

(Silahsız), Pusatsız, duldasız, üryan,

Bir cana bir de başa!..."

Artık bundan sonrası sine-i milletti benim için…

Sabah bir astsubay olarak çıktığım evime “silahsız, pusatsız ve rütbesiz” bir Er olarak geri dönmüştüm.

Askerî okulun ilk yılında bana o hikmetli nasihati yapan abinin sözleri çınlamıştı yeniden kulaklarımda…

“(…) Bugünü ve bu ânı hiç unutma. Çünkü bu ânı bir daha hatırladığında bir bakmışsın mezun olmuşsun, bir bakmışsın kıt’aya çıkmış göreve başlamışsın, bir bakmışsın emekli olmuşsun…Yıllar ne kadar yavaş geçiyor gibi görünse de aslında çok çabuk geçer, anlayamazsın bile… Önemli olan yılların çabuk geçmesi değil, geçmekte olan vaktin en iyi şekilde değerlendirilmesi, israf edilmemesidir. Yılların geçip geçmeyeceğine değil, o yılları nasıl geçirmen gerektiğine odaklanmalısın…” demişti.

Evet askerliğe intisap ettikten 37 yıl, sine-i millete döndükten tam 22 yıl sonra hâlâ bu hikmetli nasihati anıyorum… Ne kadar geçmez dediğim günler, zor yıllar varsa hepsi bir bir geçip gitti… Ağır bedeller karşılığında yaşanmış bir yığın anı ve sınanmış bir yığın dostluklar kazandım…

Ama yine de ister istemez, her Haziran bir hüzün çöker yüreğime…

Çünkü bu film, içinde geçen onca trajediye rağmen, en güzel karesinde koptu /koparıldı…

Yüreğim 22 yıldır o son karede ince bir sızı olarak kaldı... 
...
Devam Edecek>>>>>>>

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder