25 Haziran 2020 Perşembe

Serencamım-6 ; “İlk Görev Yerim; Kabul Edilmiş Duâm…”

İlk görev yerlerimiz için kur’alar çekilirken tek arzum, Doğu Anadolu’da bir yerlerde görev yapmaktı. Bu yüzden çektiğim kur’ada Erzurum’un çıkmış olmasını hep bir lütfu ilahî olarak değerlendirmişimdir.

Zira, Balıkesir Ordudonatım Okulu’nda öğrenci olarak geçirdiğim son yıl, Astsubay Hazırlama’ da geçen yıllara kıyasla, görece daha rahat ve serbestti ve delikanlılık çağımızın verdiği hislerle bu serbestlik beni biraz gevşetmişti…

Aslında bu son senenin öğrencilikten muvazzaflığa geçişte ve bundan sonraki askerlik hayatımda yükleneceğim sorumluluklar açısından büyük öneme sahip olduğunu biliyordum.

O yüzden her akşam başımı yastığa koyduğumda, bundan sonraki askerlik hayatımda yükleneceğim ve belki bir ömür taşıyacağım sorumlulukları bir bir gözümün önüne getiriyor, bana bu sorumlulukları kaldırabilecek güç ve şuur vermesini yüce Mevlâ’dan niyaz ediyordum.

Vatanına ve milletine bağlı liyakatli bir asker, örnek bir aile reisi, hayırlı bir evlat, Rabb’inin rızasını gözeten sadık bir mü’min olarak yaşamak en büyük arzumdu…

Bunun için de bana göre maddi manevi bir olgunlaşma süreci gerekiyordu. Bu sürecin sağlıklı ilerleyebilmesi, dikkat ve teveccühümü doğru istikamete yönlendirebilmeme bağlıydı. Bu yüzden ilk başlangıcı mazbut bir coğrafyada yapmak istiyordum.

Hâsılı Erzurum benim hem ilk tayin yerim, hem de kabul edilmiş duâmdı…

Erzurum’a gelmeden yaklaşık bir ay önce, ailemin talebi ve rızasıyla, Ana-babmın benim ve ailemiz için uygun gördüğü, benim de aileme olan itimat ve sadakatimin bir gereği olarak kabul ve niyet ettiğim evliliğe ilk adımı atmış ve müstakbel hayat arkadaşımla henüz 18 yaşında nişanlanmıştım.

Böylelikle askerlik sorumluluğunun yanında, aile sorumluluğu için de ilk adım atılmış; bir bakıma benim için olgunlaşma süreci başlamıştı. Niyetim, ilk yıl kendimi maddi ve manevi olarak evliliğe hazırlamak, gelecek yıl da mümkün olduğunca aileme yük olmadan yuvamı kurmaktı.

Bununla beraber, liyakatli bir asker olmak adına da birtakım planlarım vardı. Askerî okul son sınıftayken üniversite sınavlarına girmemize izin verilmemişti. Her yıl sadece dereceye giren ilk on kişiye bu hak tanınıyordu. Sadece bir kere bizden bir önceki devrede ilk elli kişi bu haktan yararlanmış, bizim devrede ise tamamen yasaklanmıştı.

O yüzden üniversiteyi okumak benim içimde bir ukde olarak kalmıştı. Bazı meslektaşlarımızın olağan üstü gayretlerle bazı fakültelerin ekstern (devam mecburiyetsiz) bölümlerini kazandıklarını, böylelikle zor da olsa hem görev yapıp hem üniversite okuduklarını duyuyordum. Vakit kaybetmeden ve bilgilerim henüz tazeyken bir an önce üniversite sınavına girip ekstern bir fakülteyi kazanmak ve okumak istiyordum.

Ayrıca, askeri okulda iyi bir İngilizce temeli almıştım ve bunu geliştirmek de planlarım arasındaydı. Diğer taraftan askerî uzmanlık alanında da mutlaka kendimi geliştirmem lazımdı.

Ve tüm bunların, üzerine bina edileceği temel olarak da ailemde gördüğüm güzel ahlak, erdem, çalışkanlık, dürüstlük ve sorumluluk şuurumu geliştirmem gerektiğinin de farkındaydım.

Ailemden doğruluk, çalışkanlık ve cömertlik gibi hasletleri; Askerlikten de Disiplin, Ciddiyet ve Heyecanla yaşamayı öğrenmiştim.

Bundan sonraki hayatımı bu istikamet üzere inşa etmek niyetindeydim.

Güzel ahlak, disiplin, ciddiyet ve heyecan…

Niyet hayır, akıbet hayır deyip, 15 Eylül 1987’ de Erzurum’da göreve başladım.

Kışla misafirhanesinde kalmam için bir yer ayarlanmıştı. Kalacağım oda iki kişilikti ve oda arkadaşımın benden iki yıl kıdemli bir astsubay meslektaşım olduğu söylenmişti. Biraz tedirgin olmuştum…Kimin nesiydi bilmiyordum? Üstelik benden iki yıl kıdemliydi de… Bari devrelerimden biri olsaydı diye iç geçirdim… İnşaAllah kafa dengi biridir dedim kendi kendime…

Elimde çanta ve valizlerim olduğu halde misafirhanedeki odama çıktım… Kapıyı çaldım… İçeriden ses yok… Sonra bir kere daha çaldım…Ve bir kere daha derken, doğrusu izin almadan içeri girmeye de çekiniyordum… Benden iki yıl kıdemliydi, daha ilk günden ters bir söz ya da hareketle karşılaşmak da istemiyordum… Öğlen saatleriydi. Nöbetten çıkmış istirahat ediyor olabilirdi. Aklıma bin bir türlü ihtimal geldi gitti.

Sonunda cesaretimi toplayıp yavaşça kapıyı araladım. Gördüğüm manzara karşısında içimden “aman Allah’ım!..” dedim. “Sen ne büyüksün…”

Bu bir tesadüf olamazdı…

Olsa olsa bir sevk-i ilahi idi…

Devam edecek>>>>>>>

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder