İlk görev yerlerimiz için kur’alar çekilirken tek arzum, Doğu Anadolu’da bir yerlerde görev yapmaktı. Bu yüzden çektiğim kur’ada Erzurum’un çıkmış olmasını hep bir lütfu ilahî olarak değerlendirmişimdir.
Zira,
Balıkesir Ordudonatım Okulu’nda öğrenci olarak geçirdiğim son yıl, Astsubay
Hazırlama’ da geçen yıllara kıyasla, görece daha rahat ve serbestti ve
delikanlılık çağımızın verdiği hislerle bu serbestlik beni biraz gevşetmişti…
Aslında
bu son senenin öğrencilikten muvazzaflığa geçişte ve bundan sonraki askerlik
hayatımda yükleneceğim sorumluluklar açısından büyük öneme sahip olduğunu
biliyordum.
O
yüzden her akşam başımı yastığa koyduğumda, bundan sonraki askerlik hayatımda
yükleneceğim ve belki bir ömür taşıyacağım sorumlulukları bir bir gözümün önüne
getiriyor, bana bu sorumlulukları kaldırabilecek güç ve şuur vermesini yüce
Mevlâ’dan niyaz ediyordum.
Vatanına
ve milletine bağlı liyakatli bir asker, örnek bir aile reisi, hayırlı bir
evlat, Rabb’inin rızasını gözeten sadık bir mü’min olarak yaşamak en büyük
arzumdu…
Bunun
için de bana göre maddi manevi bir olgunlaşma süreci gerekiyordu. Bu sürecin
sağlıklı ilerleyebilmesi, dikkat ve teveccühümü doğru istikamete
yönlendirebilmeme bağlıydı. Bu yüzden ilk başlangıcı mazbut bir coğrafyada
yapmak istiyordum.
Hâsılı
Erzurum benim hem ilk tayin yerim, hem de kabul edilmiş duâmdı…
Erzurum’a
gelmeden yaklaşık bir ay önce, ailemin talebi ve rızasıyla, Ana-babmın benim ve
ailemiz için uygun gördüğü, benim de aileme olan itimat ve sadakatimin bir
gereği olarak kabul ve niyet ettiğim evliliğe ilk adımı atmış ve müstakbel
hayat arkadaşımla henüz 18 yaşında nişanlanmıştım.
Böylelikle
askerlik sorumluluğunun yanında, aile sorumluluğu için de ilk adım atılmış; bir
bakıma benim için olgunlaşma süreci başlamıştı. Niyetim, ilk yıl kendimi maddi
ve manevi olarak evliliğe hazırlamak, gelecek yıl da mümkün olduğunca aileme
yük olmadan yuvamı kurmaktı.
Bununla
beraber, liyakatli bir asker olmak adına da birtakım planlarım vardı. Askerî
okul son sınıftayken üniversite sınavlarına girmemize izin verilmemişti. Her
yıl sadece dereceye giren ilk on kişiye bu hak tanınıyordu. Sadece bir kere
bizden bir önceki devrede ilk elli kişi bu haktan yararlanmış, bizim devrede
ise tamamen yasaklanmıştı.
O
yüzden üniversiteyi okumak benim içimde bir ukde olarak kalmıştı. Bazı
meslektaşlarımızın olağan üstü gayretlerle bazı fakültelerin ekstern (devam
mecburiyetsiz) bölümlerini kazandıklarını, böylelikle zor da olsa hem görev
yapıp hem üniversite okuduklarını duyuyordum. Vakit kaybetmeden ve bilgilerim
henüz tazeyken bir an önce üniversite sınavına girip ekstern bir fakülteyi
kazanmak ve okumak istiyordum.
Ayrıca,
askeri okulda iyi bir İngilizce temeli almıştım ve bunu geliştirmek de
planlarım arasındaydı. Diğer taraftan askerî uzmanlık alanında da mutlaka
kendimi geliştirmem lazımdı.
Ve tüm
bunların, üzerine bina edileceği temel olarak da ailemde gördüğüm güzel ahlak,
erdem, çalışkanlık, dürüstlük ve sorumluluk şuurumu geliştirmem gerektiğinin de
farkındaydım.
Ailemden
doğruluk, çalışkanlık ve cömertlik gibi hasletleri; Askerlikten de Disiplin,
Ciddiyet ve Heyecanla yaşamayı öğrenmiştim.
Bundan
sonraki hayatımı bu istikamet üzere inşa etmek niyetindeydim.
Güzel
ahlak, disiplin, ciddiyet ve heyecan…
Niyet
hayır, akıbet hayır deyip, 15 Eylül 1987’ de Erzurum’da göreve başladım.
Kışla
misafirhanesinde kalmam için bir yer ayarlanmıştı. Kalacağım oda iki kişilikti
ve oda arkadaşımın benden iki yıl kıdemli bir astsubay meslektaşım olduğu
söylenmişti. Biraz tedirgin olmuştum…Kimin nesiydi bilmiyordum? Üstelik benden
iki yıl kıdemliydi de… Bari devrelerimden biri olsaydı diye iç geçirdim…
İnşaAllah kafa dengi biridir dedim kendi kendime…
Elimde
çanta ve valizlerim olduğu halde misafirhanedeki odama çıktım… Kapıyı çaldım…
İçeriden ses yok… Sonra bir kere daha çaldım…Ve bir kere daha derken, doğrusu
izin almadan içeri girmeye de çekiniyordum… Benden iki yıl kıdemliydi, daha ilk
günden ters bir söz ya da hareketle karşılaşmak da istemiyordum… Öğlen
saatleriydi. Nöbetten çıkmış istirahat ediyor olabilirdi. Aklıma bin bir türlü ihtimal
geldi gitti.
Sonunda
cesaretimi toplayıp yavaşça kapıyı araladım. Gördüğüm manzara karşısında
içimden “aman Allah’ım!..” dedim. “Sen ne büyüksün…”
Bu bir
tesadüf olamazdı…
Olsa
olsa bir sevk-i ilahi idi…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder