30 Haziran 2020 Salı

Serencamım-11 ; “Afşinli Ali Çavuş...”

Vakit öğle idi...

Sorumlu çavuş yanında bir er ile Tecrit ’in kapısına geldi.

Öğle yemeği getirmişlerdi. Tabii oruçlu olduğumu bilmiyorlardı. “Ben oruçluyum sağ olun” dedim. Ardından lavabo için müsaade istedim. Çavuş kapıyı açtı, lavabonun yerini gösterdi. Zaten iki kapı ötedeydi... Öğle namazı için abdest aldıktan sonra dönerken, “yere serebileceğim bir karton vs. Bulabilir miyiz?” diye sordum. Çavuş; “namaz içinse seccade var...” diye cevap verdi. Az sonra elinde seccadeyle geldi, kıbleyi tarif edip, ilk günküne nispetle daha yumuşak bir üslupla “seccade sende kalabilir. Bende bir tane daha var. Ayrıca bir ihtiyacın olursa da –Ali Çavuş diye- seslen, ben duyarım.” dedi ve gitti.

Ân’a ve mekâna, secde ve kıyamlarla manevi imzalar bıraktığım yerler arasına ilk defa, bir Tecrit hücresi dahil olmuştu. O günlerde yaşadığım o secde anlarının manevi lezzetini normal zamanlarda yaşayabilmenin kolay kolay mümkün olmadığını şimdilerde daha iyi anlıyorum. Ve ben hâla ne zaman namazlarda azıcık huşû’umu kaybetsem, gözlerimi kapar ve farklı mekân ve zamanlardaki o secdeleri tasavvur ederim. Sanki secdeden doğrulduğumda bir anda kendimi o mekân ve zamanlarda bulacakmışım gibi olurum.
...

İftar vaktine doğru Ali Çavuş, elinde yemek tepsisi taşıyan bir er ile kapıya geldi...

“İftara misafirin var assubayım“ dedi bu kez samimi ve sıcak bir ses tonuyla... Doğrusu şaşırmıştım... Yüzüne bakıp şaşkın bir tebessüm attım...

Tecrit’ te ilk iftarı ve sonraki tüm iftar ve sahurları Ali Çavuş ile birlikte yapmaya başlamıştık.

Kahramanmaraş Afşinliydi Ali çavuş... 80 Darbesinde Ülkücü Hareket davasından içeri girmiş, uzun süre tutuklu kaldıktan sonra berat ederek normal hayatına dönmüş bir darbe mağduruydu. Oldukça ağırbaşlı, sert meşrep, gün görmüş ve mütevekkil kişiliği, ciddi ve karizmatik duruşuyla dosta güven, düşmana korku verecek bir hâli vardı... Bana yaşadığı işkence ve zulümlerin bir kısmını anlatmıştı. Onu dinledikten sonra kendi yaşadıklarım gözümde adeta küçülmüştü.

Afşinli Ali çavuşla bütün bir Ramazan’ ı birlikte geçirmiştik. Görev yaptığım Birlikten geri çağrılınca cezamın bittiğini sanmış, muhabbetle kucaklaşarak vedalaşmıştık. Ama ayrılığımız çok uzun sürmemişti.

Görev yaptığım Birliğe döner dönmez ilk verdikleri on günlük sözde oda hapsinin tecziye emrini tebellüğ ettirip, uydurma başka bir suçtan elime yeni bir savunma tutuşturmuş, mesai bitimine kadar da yazılı savunmamı vermemi istemişlerdi... Savunmamı verir vermez, “Savunmanız yetersiz görülmüş olup; 10 gün oda hapsi ile tecziye edilmenize karar verilmiştir” yazılı ikinci bir tecziye yazısı hemen tebellüğ ederek yeniden Merkez Komutanlığındaki Tecrit’ in yolunu tutmuştum. Ramazan ayı bitene kadar bu böyle gir-çık devam etmişti.

Savunmalarda isnat edilen suçların hiçbirinin malum gece meydana gelen o olayla ilgisi yoktu... “Misafirhane düzenine aykırı hareket etmek”, “Misafirhanede gürültü yaparak huzuru bozmak”, “Misafirhane Talimatlarına aykırı hareket etmek” gibi basit suçlar isnat ederek art arda savunmalar veriliyordu.

Verilecek cezanın Merkez Komutanlığı’nın Tecrit hücresinde çekilebilmesi için de her şeyi düşünmüşlerdi. Güya Birlik içinde oda hapsi için uygun bir mekân bulunmadığı için Merkez Komutanlığından resmi yazı ile yer gösterilmesi talep ediliyor, Merkez Komutanlığı da olumlu cevap vererek gereğini yapıyordu... Tabiri caiz ise her şey kitabına uydurulmuştu...

İkinci on günlük oda hapsi cezamı çekmek için tekrar Tecrit’ e döndüğümde, bu kez Afşinli Ali Çavuş beni daha samimi ve sıcak karşılamıştı.

Bu gidiş ve dönüşler Ramazan Bayramı sonuna kadar devam etmişti. Artık neredeyse alışmıştım... Her ceza bitiminde doğrudan Personel Birimine gidiyor, şakayla karışık “Yeni bir savunma istiyor musunuz?” diye soruyordum. Onlar da yeni suç isnatlarıyla hazırladıkları iki satırlık savunma yazısını elime tutuşturup mesai bitimine kadar da yazılı olarak savunmamı vermemi istiyorlardı... Sonrası malûm...Tekrar Tecrit’ e dönüş...

Kapısının üstünde “TECRİT” yazan o hücre, Afşinli Ali Çavuş ile paylaştığımız sohbet ve muhabbet dolu mübarek anlarla, adeta mâ’verâya açılan bir geçit olmuştu... Şer gibi görünende bir hayr, Hayr gibi görünende ise şer vardı...

Devam Edecek>>>>>>>

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder