Beli günlere has kutlamaları hep sorgulamış, annelere, babalara, sevgililere, öğretmenlere ve daha birçok kesime hasredilmiş bu günlerin aslında ömür boyu hak edilmiş ilgi, sevgi, saygı ve onurlu bir yaşam hakkının sadece yılda bir gün ile sınırlı bir zaman diliminde hatırlanmasını şüpheyle karşılamışımdır. Bu tür günlere ihtiyaç duymak gerçekten hedef kitleyi görece memnun etmek midir, yoksa kapitalist yaşam tarzının dayattığı tüketim kültürünün bir parçası mı?.. Tartışılır.
Serencam'ımda iz bırakan, bana emek veren kim varsa sadece yılda bir güne has değil, her fırsatta aramış bulmuş, gıyabi ya da yüzlerine karşı minnet ve şükranlarımı sunmaya, vefa borcumu ödemeye gayret etmişimdir.
Altı yaşından buyana devam eden öğrenim hayatım boyunca da bana emeği geçmiş, iz bırakmış ve halen anılarımda yeri olan birçok öğretmenlerim vardır. Bunlardan biri de 70’li yılların sonunda kendisi ile kısacık bir süre tanışsak da kendisinden ömür boyu unutamayacağım dersler aldığım, ilk okul yıllarımın okul müdürü Hasan TELLİ*’dir…
70’li yılların sonu Türkiye’sinde geçen ilk okul yıllarım birbirinden ilginç olaylar, birbirinden ilginç insanlarla doludur. O yıllar, 12 Eylül askeri darbesine giden süreçte ülkenin ideolojik kamplara, fraksiyonlara bölündüğü, anarşi ve terörün kol gezdiği, neredeyse toplumun bütün kesimlerinin birbirine karşı cepheleştiği yıllardı. İlkokul yıllarım böyle bir siyasi atmosferde geçmişti.
Sanırım yıl 1979’du… O yıl okulumuza yeni bir müdür tayin edilmişti. Öyle her sabah eline mikrofonu alıp nasihat eden biri olmadığı için yakînen tanışamamış, belli bir süre uzaktan izlemiştik kendisini. Nevi şahsına münhasır bir öğretmen olduğu her halinden belliydi.
Nasıl oldu bilmiyorum, bir gün Din Dersimize yeni tayin olan okul müdürü Hasan TELLİ’ nin gireceğini öğrenmiştik. İlk defa farklı bir öğretmen dersimize girecekti ve bu bizim için çok heyecan vericiydi. O heyecan öğretmenimiz ve okul müdürümüz Hasan TELLİ Din Derslerimize girdiği sürece hep artarak devam etti. Öyle ki, bunu yazarak anlatabilmek gerçekten çok zor…
İşin ilginci Hasan TELLİ Din Dersine giriyordu ama bir ilahiyatçı değildi. Hatta bırakın ilahiyatçı olmayı, dindar biri hiç değildi. Dine inanır mıydı, bir dini var mıydı o gün için ondan da emin değildim. Zira ders esnasında öyle sorular sorar, öyle tartışmalar açardı ki, kendi kendime bu adam dinsiz herhalde!..” demeden edemezdim. Bir keresinde sınıfa hitaben (hâşâ) “Allah var mıdır, yok mudur? Varsa nerededir?” diye bir soru sorduğunu ve kendisi herhangi bir iddiada bulunmaksızın -yani vardır ya da yoktur demeden- sadece sorular sorarak karşılıklı tartıştığımızı ve bizim küçücük yüreğimiz, kıt kanaat bilgilerimizle cansiperane Allah’ın varlığını savunmaya çalıştığımızı dün gibi hatırlıyorum. Bu tartışmalar esnasında biz kimi zaman heyecan ve hiddetle sesimizi yükseltsek bile O sükûnetini hiç bozmaz, bize de kızmadan sonuna kadar dinler ve sorular sormaya sabırla devam ederdi.
Bazen de çok bilindik atasözlerini tahtaya yazar, tebeşirle tahtaya çizdiği küçük karikatürlerle bu atasözlerinin nasıl yanlış anlatıldığını ve yanlış anlaşıldığını uzun uzun anlatır ve tartıştırırdı. O’nun “Ayağını yorganına göre uzat” atasözünü tahtaya çizdiği temsili karikatürle biri zengin, diğeri fakir iki adamdan fakiri temsil eden zayıf adamın yarım yamalak kısacık bir yorgan altında ayaklarını karnına çekerek yatmaya çalışırken, zengini temsil eden, şişman ve kel adamın yatağında geniş bir yorgan altında nasıl da sere serpe yattığını eleştirel bir bakış açısıyla ustalıkla anlatışını hâlâ dün gibi hatırlarım. “Damlaya damlaya göl olur…” diyerek bankalara yatırılan paraların hiç de öyle göl olmadığını, bilakis bir şekilde hortumlanarak başkalarını nasıl zengin ettiğini de ilk defa Hasan TELLİ’ den duymuş ve o gün için buna inanamamıştım. Hiç unutmuyorum o gün eve gittiğimde ilk yaptığım iş kilitli çelik kumbaramın içindeki paraları çıkartmaya çalışmak olmuştu ve bu yüzden annem tarafından kumbara hırsızlığı ile itham edilmiştim.
O yıllarda duvarlara yazılan sloganlardan bildiğimiz birçok kelime ve kavramı da Hasan TELLİ ile geçen o kısacık zaman diliminde öğrenmiştik. Eylem, direniş, devrim, faşist, sosyalist ve daha birçok kelime… Kelimeler ve kavramları o günkü çocuk aklımızla çok kavrayamasak da öğrendiklerimizi sorgulamayı, hakkımızı savunmayı, inandığımız değerler uğruna mücadele etmeyi ve dayanışmayı farkında olmadan öğreniyorduk. Bunun ilk sonucunu 1979 sonbaharında yaşadık.
Hiç unutmuyorum o yıl çocuk yılı ilan edilmişti. Bu kez Hasan TELLİ ile işlediğimiz derslerde insan hakları ile birlikte çocuk haklarını konuşuyor, haklarımızı savunma noktasında öğrendiklerimiz sayesinde adeta yaşımızın çok üzerinde bir özgüven patlaması yaşıyorduk. Nitekim, yaramazlık ya da tembellik yaptığı gerekçesiyle öğretmeni tarafından kulağı çekilen bir öğrencinin doğrudan müdüre gidip öğretmenini şikâyet etmesi bu özgüven patlamasına sadece küçük bir örnekti. İşte bu örneklerin en tepe noktasını 1979 sonbaharında yaşamıştık. Teneffüste okul bahçesinde top oynayan öğrenciler arasında çıkan bir tartışmanın kavgaya dönüşmesi ve kavgayı ayırarak öğrencileri dağıtıp sınıflarına göndermeye çalışan hizmetli Mehmet amcanın öğrencilerden birkaçının kıçlarına küçük bir hortumla vurması o tarihî olayın fitilini ateşlemişti. Birkaç öğrencinin “vay!.. sen öğrenciye nasıl vurursun, üstelik de çocuk yılında!..” demesiyle öğrenciler arasındaki kavga unutulmuş, olay hizmetli Mehmet amca nezdinde okula karşı bir protestoya dönüşüvermişti. Hepimiz okul bahçesinde organize bir şekilde slogan atarak olayı protesto ederken, bizden özür dilenene ve zavallı Mehmet amcaya hesap sorulana kadar derse girmeyeceğimizi haykırıyorduk. O esnada Okul Müdürümüz Hasan TELLİ’ nin ellerini göğsünde kavuşturmuş vaziyette odasının penceresinden adeta gururla bizi izlemesini ve sonra camdan seslenip, “aranızdan sözcülerinizi seçip bana gönderin derdiniz neyse konuşalım…” diyerek bizleri bir anda yatıştırmasını hiç unutmuyorum. Aramızdan 2-3 kişi müdürün yanına çıkmış, hizmetli Mehmet amcadan hesap sorulmuş ve neticede zavallı Mehmet amcanın bizlerden özür dilemesiyle olay kapanmış ve derslere ancak ondan sonra girmiştik. O yıllarda küçücük yaşımıza rağmen yaptığımız bu nümayişin bir örneği daha var mıdır bilmiyorum. Bunun dersleri boykot etmek anlamına geldiğini birçoğumuz belki bilmiyorduk. Ama ortada bir haksızlık varsa, aradaki tüm kavgaları unutup birlik olunarak o haksızlığın ortadan kaldırılabileceğini daha çocuk yaşta yaşayarak öğrenmiştik. Yaşananlar doğru muydu yanlış mıydı tartışılabilir. Yaşanılanlar ne olursa olsun ait olduğu zamanın şartlarıyla değerlendirilmesi gerektiği kanaatindeyim.
Uzatmayayım… Çok geçmedi 12 Eylül askeri darbesini yaşadık. Darbe sonrası Hasan TELLİ bir anda ortadan kayboldu. Sonra duyduk ki, tutuklanmış ve hapse girmiş. Ondan bir daha haber alamadık. Yıllar sonra öğrendik ki, Hasan TELLİ devrimci sol tandanslı bir derneğin yöneticisi olarak tutuklanmış.
Fikir ve yaşam tarzına katılmasam da ben bir öğrencisi olarak kendisine minnet ve şükran borçluyum. Onun bana öğrettikleriyle hayatım boyunca asla kendimi solcu-sağcı, şucu- bucu olarak tanımlamadım. Bilakis Onun sayesinde ALLAH’a ve dinine kulaktan dolma bilgilerle değil, delile dayalı olarak aklederek inanmayı ve yaşamayı öğrendim. Onun sayesinde haksızlıklar karşısında susmamayı, haksızlık yapan hangi makam ve mevkide olursa olsun haklı olduğuma inandığım sürece karşısında dik durmayı ve direnmeyi öğrendim. Gerçi bu uğurda çok bedeller ödemek zorunda kaldım ama bundan hiç pişman olmadım. İdeolojik anlamda aramızda köklü farklılıklar olsa da ödetilen bedeller hemen hemen aynı. Takip, fişleme, hapis, işkence, sürgün, ihraç…
(*) “Bir öğretmen olarak, kısacık bir zamanda hayatımda derin izler bırakan Hasan TELLİ’ ye minnet ve şükranlarımla…”
...
YanıtlaSil